Anadolu’nun tam ortasında, içi kenger kokan bereketli bir ova uzanırmış. Ovanın ortasında da göğe uzanan bir altın başak tarlası varmış ki sabah güneşi vurunca sapları ipek gibi parlar, uzak diyarlardaki kervanlara bile “Gel!” diye ışıldarmış. Ancak bu tarlanın sırrı yalnız zahireyle bitmezmiş; toprağında yedi sihirli serçenin kanat çırpışı saklıymış.
Bu yedi serçe—Çakır, Kınalı, Zıpzıp, Kuyruklu, Boncuk, Misket ve en küçüğü Tıfıl—her yıl hasat öncesi gelip buğday başaklarının arasında cıvıldarmış. Rivayete göre serçeler, unuttuğumuz bir türküyü rüzgâra mırıldandığında saplar altın gibi sararır, taneler bal tadı kazanırmış. Köy halkı uzun yıllar serçelere şükretmiş; tarlanın kenarına nazar boncuklu Minik Güneş Çeşmesi dikmişler ki kuşlar serin suya kavuşsun.
Lakin bu yıl köye, “Harmanı makinelerle iki günde kaldırırım!” diyen Çabuk Bey adında bir buğday tüccarı gelmiş. Başaklar henüz sütlenmeden dev biçerdöverini çalıştırınca, yedi serçe korkuyla çığlık atmış; rüzgâr türküyü unutuvermiş, tarlanın rengi soluk saman sarısına dönmüş. Köylüler telaşla muhtara koşmuş, “Başaklarımız niye altın gibi parlamıyor?” diye sormuş.
Küçük Tıfıl serçe, cesaretini toplayıp köyün en ak sakallısı Nine Sultana konmuş. Tıfıl gagasıyla su testi kapağını tıkırdatarak durumu anlatmış. Nine Sultan değneğine yaslanıp, “Altın toprağın değil, gönül terazisinin ürünüdür,” demiş. Ardından çocuklara seslenmiş: “Davulunuz varsa çalın, topağınız varsa zıplatın! Tarlaya neşe gerek!”
Ertesi sabah köy çocukları ellerinde tef, kaşık ve çıngıraklarla tarla kenarında halay halkası kurmuş. Nine Sultan sazını tel tel titreterek serçelerin unuttuğu türküyü hatırlatmış:
Başak başak sararırsın,
Dost elinde parlarırsın,
Paylaşırsan çoğalırsın,
Yedi serçe yarenindir
Çakır serçe ilk kanat çırpışını yapınca rüzgâr türküyü kapmış, başaklar ipek yol gibi dalgalanmış. Biçerdöverin motoru cızırdayıp durmuş; Çabuk Bey şaşkınlıkla geri çekilmiş. Güneş tam tepeye yükselirken saplar yeniden altın ışığa bürünmüş, taneler tombullaşmış; üstelik tarlanın ucunda yeni bir ballı arpafırın otu bitivermiş—çocukların lokum diye yediği sürpriz bitki!
Akşam vakti, başaklar el emeği oraklarla sevgiyle biçilmiş; harman şenliği davul-zurnayla sabaha dek sürmüş. Çabuk Bey, Nine Sultan’ın yanına varıp “Ben bu tarlaya hızı değil, gönül sesini katmalıymışım,” diye boynunu bükmüş.
O günden sonra köyde şu söz öğüt kabul edilmiş: “Bereketi makine değil, kalbin türküsü yeşertir; paylaşılan neşe altından da değerlidir.” Ve yedi serçe her yıl geri dönerek o türküyü rüzgârla birlikte yeniden mırıldanmış.
İlgili Kategoriler