Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, dağların eteklerine kurulmuş, esrarengiz bir şehir varmış. Bu şehre “Antik Şehir” derlermiş, çünkü evlerin duvarlarında ve sarayların kemerlerinde, asırlardan beri saklanan taş işlemeler ve gizemli yazılar bulunurmuş. Halkı, gündüzleri bağ ve bahçelerde çalışır, akşam olduğunda sofralar etrafında toplanır, eskilerin anlattığı öyküleri büyük bir merakla dinlermiş. Her ne kadar şehrin eski mimarisi bir masalı andırsa da, sanki bütün bu sessizliğin ardında derin bir sır gizliymiş.
Bir gün, şehrin yakınındaki tepelerin arasından rüzgârla birlikte garip sesler duyulur olmuş. Fısıltıları andıran bu sesler, kimine göre kayıp bir kralın ruhu, kimine göreyse dağ perilerinin şarkısıymış. Şehirde yaşayanlar, “Antik Şehir’in efsaneleri yeniden canlanıyor,” diye konuşmaya başlamış. Meraklı ve cesur ruhlu gençlerden biri olan Bilge isimli delikanlı, bu söylentileri duyunca içinde dayanılmaz bir arzu hissetmiş. Yıllardır dilden dile dolaşan hikâyeleri dinlemiş, ama kimse bu sırrı gerçekten çözememiş. “Neden ben denemeyeyim?” diye düşünüp yola çıkmaya karar vermiş.

Bilge, sabahın ilk ışıklarıyla elinde küçük bir bohça, sırtında su matarası ve içinde kocaman bir merakla tepelerin yolunu tutmuş. Yol boyunca eski taş sütunlar, yarım kalmış kabartmalar ve harabeye dönmüş saray duvarları görmüş. Bu kalıntılar, ona geçmişin zenginliğini ve gizemini fısıldar gibiymiş. “Acaba bu sessizlik, zamanda donmuş bir masal mı saklıyor?” diye sormuş kendi kendine. Yürüdükçe duyduğu o esrarengiz sesler daha da belirgin hale gelmiş. Sanki rüzgâr, ona bir yönden sesleniyormuş.
Tepelerin arasına vardığında, kurumuş bir nehir yatağına rastlamış. Eskiden berrak suların aktığı bu nehir, şimdi bomboş kalmış. Fakat bir gariplik varmış: Yatağın ortasında, zamanın aşındıramadığı bir taş heykel duruyormuş. Heykel, elinde yuvarlak bir kalkan ve göğe doğru kaldırdığı kılıçla dimdik duran antik bir savaşçıyı tasvir ediyormuş. Bilge, ürpererek heykelin yanına yaklaşmış. Derken birden, rüzgâr yön değiştirmiş ve heykele çarpan hava, tuhaf bir uğultu çıkarmaya başlamış. Bilge, “Bu sesin kaynağı belki de bu heykeldir,” diye düşünmüş.
Tam o sırada, heykele dokunduğunda, heykelin gözleri gibi oyulmuş iki boşluktan hafif bir ışık yansıması belirmiş. Sanki heykel, “Ben buradayım, beni keşfet,” dercesine parlamış. Bilge önce korkmuş, geri çekilmiş. Ancak içindeki merak galip gelmiş ve etrafı incelemeye başlamış. Heykelin kaidesinde eski bir yazıt olduğunu fark etmiş. Yazıtın bazı kısımları silinmiş olsa da, seçebildiği kelimeler şöyleymiş: “Sevgiyle dokun… İnançla aç…” Bilge, bunun bir kapı ya da geçit sırrı olduğuna inanmış.

Gece çökünce gökteki yıldızlar, taş heykele birer birer yansımaya başlamış. Bilge, “Sevgiyle dokunmak” sözünü hatırlamış. Belki de sırrı çözmek için korkuya kapılmadan yaklaşmak gerekiyormuş. Elini heykele tekrar uzatmış. Bu kez yüreğinde ne korku ne de endişe varmış; sadece sevgi ve şehrinin esrarlı tarihini öğrenme isteği. O an, heykelin kaidesinde bir kapak hafifçe aralanmış. İçinden eski bir parşömen ve ufak bir altın anahtar çıkmış. Parşömende, “Antik Şehir’in kalbi, doğruluk ve sevgiyle açılır,” yazıyormuş.
Sabahın ilk ışıkları belirdiğinde Bilge, bulduğu anahtar ve parşömeni alıp köyüne dönmüş. Kasaba halkı onu merakla karşılamış. Kimisi “Sen rüzgârda kaybolmuştun,” diye korkmuş, kimisi “Tepelerdeki seslerin gizemini çözdün mü?” diye sormuş. Bilge, onlara anahtarı ve parşömeni göstererek olan biteni anlatmış. “Bu sadece benim değil, hepimizin sırrı,” demiş. “Antik Şehir’in gerçek değeri, içine hapsettiğimiz korkuları sevgiyle aşmakta saklıymış.” O günden sonra, halk parşömenin üstündeki sözlerin rehberliğinde yardımlaşmaya, sevgi ve dürüstlükle yaşamaya daha çok önem verir olmuş.

Artık tepelerden duyulan uğultular, korku değil, merak uyandırırmış. Bilge’nin macerası sayesinde insanlar anlamış ki bazen en eski sırlar, yalnızca temiz kalple yaklaşana kendini açarmış. “Antik Masalı,” köyde ve çevre diyarlarda anlatılmaya başlanmış. Her aile, çocuklarına bu hikâyeyi masal niyetine okurmuş: “Bir diyarın gerçek hazinesi, onun eski taşlarında değil, o taşlara sevgiyle dokunan yüreklerdedir.” Böylece o topraklar, sadece antik kalıntılarla değil, gönüllerde büyüyen umutla da zenginleşmiş.
Daha Fazla Masal İçin Çocuk Hikayeleri Kategorisini İnceleyebilirsiniz.
