Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak diyarlarda çiçeklerle bezeli bir vadide, küçük bir kovan yaşarmış. Bu kovanda, diğer arılardan farklı olarak merak duygusu çok güçlü olan Arı Maya adında bir arı varmış. Maya, sabahları güneşin ilk ışıklarıyla uyanır, kovanın çevresini dolaşır, ormanın içlerine kadar uzanan çayırları seyre dalarmış. O, sadece bal yapmakla yetinmez; doğanın renklerini, kokularını ve seslerini keşfetmeyi her şeyden çok severmiş.
Kovanın en bilge öğretmeni olan Şef Arı, tüm genç arılara bal yapmanın inceliklerini öğretir, onlara doğayla uyum içinde yaşamaları gerektiğini anlatırmış. Maya da dersleri dikkatle dinlermiş ama kalbi her zaman biraz daha uzağı, ufkun ötesini görmeyi arzu edermiş. Yeni çiçekler, yeni dostlar ve bilinmeyen maceralar onu çağırır gibiymiş.

Bir sabah Maya, “Bugün yeni yerler keşfedeceğim!” diyerek kovanın kapısından dışarı kanat çırpmış. Üç yakın arkadaşı Mert, Balca ve Pınar da heyecanla peşine takılmışlar. Her ne kadar kovanın yaşlı arıları ormanın içlerine fazla dalmamaları konusunda onları uyarsa da, merak ve cesaret, genç arıların kalplerini çoktan doldurmuş. Dördü birlikte çiçeklerle bezeli çayırlarda gezinerek polen toplamış, pırıl pırıl akan bir dereyi geçmiş ve sonunda sırtlarını yemyeşil ağaçlara yaslayan ıssız bir koruya varmışlar.
Koruda hava ne kadar tatlı ve serinse, sessizlik de o kadar derinmiş. Yabani çiçeklerin kokusu, kanatlarını titreten hafif bir rüzgârla birleşince Maya’nın içine tarifsiz bir mutluluk dolmuş. Arkadaşlarıyla birlikte dalların arasından süzülürken, uzaktan hafif bir ağlama sesi duymuşlar. Kulak kabarttıklarında bu sesin bir sincaba ait olduğunu anlamışlar. Küçük sincap gözyaşları içinde, “Annemi ve babamı kaybettim, ne olur yardım edin!” diye yalvarıyormuş.
Maya hemen minik sincabın yanına uçup, “Merak etme, seni ailene kavuşturacağız,” demiş. Mert, Balca ve Pınar da ona destek vermişler. Dört küçük arı, sincabı rahatlatmak için etrafı dikkatle incelemiş. Tozlu patikada pek çok hayvan izine rastlamışlar. Yolculukları sırasında nazik bir kirpiyle karşılaşmışlar; kirpi, “Sincap ailesini biraz önce şu büyük meşe ağacının yakınlarında görmüştüm,” diye anlatmış. Daha sonra bilge bir baykuşa rastlamışlar; baykuş da onlara, “Aradığınız sincapların ayak izlerini ormanın ötesinde gördüm,” diyerek yol tarif etmiş.

Sincabın ailesini bulma ümidiyle daha da cesaretlenen dört arı, ormanın derinliklerine ilerlemiş. Ağaç kütükleri arasından, çalıların ve sarmaşıkların altından geçerken küçük sincabı sürekli neşelendirmeye çalışmışlar. Sonunda, dev bir çınarın gölgesinde endişeyle bekleşen anne ve baba sincabı görmüşler. Minik sincabı kucaklayan anne, gözyaşlarını silerek Maya ve arkadaşlarına teşekkür etmiş: “Bizim canımızdan bir parçayı bize geri getirdiniz. İyiliğiniz hiç unutulmayacak.”
Artık akşam çökmeye başlamış, güneş parlak renklerini gökyüzüne çiziktirirken Maya ve arkadaşları, kovana dönmek için yola koyulmuş. Küçük sincabın mutluluğunu görmek, onlara sıcacık bir sevinç hissettirmiş. Yorgun ama gururlu bir halde kovanlarına vardıklarında, Şef Arı ve diğer arılar onları endişeyle bekler bulmuş. Maya, o gün neler yaşadıklarını bir bir anlatınca hepsi sevinçle kanat çırpmış. Şef Arı, “Cesaret ve yardımlaşma, doğanın en güzel armağanlarından biridir,” diyerek Maya’yı onurlandırmış.

O geceden sonra, Arı Maya’nın hikâyesi kovanın her köşesine yayılmış. Genç arılar, Maya’nın gösterdiği cesareti örnek almış, ihtiyacı olan herkese yardım etmeye niyetlenmişler. İşte böylece, Arı Maya’nın macerası sadece bir güne sığmamış; doğanın tüm canlılarına iyiliğin ve paylaşmanın önemini hatırlatmış. Her sabah yeni keşiflere çıkan Maya, kalbindeki merak ve sevgiyle etrafa mutluluk saçmaya devam etmiş. Masal bu ya, gönülleri sevgiyle dolu arıların balı daima en tatlısı olurmuş.
