Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarlarda, ovaları rüzgârın tatlı bir ezgi gibi estiği, dağları bulutlarla kucaklaşan bir memlekette, küçük bir köy varmış. Bu köyün insanları, sabahın ilk ışıklarıyla uyanır, koyunlarını otlatmaya, tarlalarını sürmeye koyulurmuş. Kasabanın girişinde, geniş çayırlara bakan ahırlar bulunurmuş. İşte bu ahırlarda, Maviş adında göz alıcı bir at yaşarmış. Maviş’in gözleri gece göğü kadar derin, yelesi ise ipek gibi parlakmış. Her sabah, köyün çocukları onun yanına koşar, burnunu okşar, ona yem verirler, “Ne kadar da güzel bir at!” diye hayranlıkla bakarlarmış.
Maviş, sadece güzelliğiyle değil, akıllı ve hassas oluşuyla da tanınırmış. Köye yeni gelen birini fark ettiğinde, sakince yaklaşır, sanki “Hoş geldin!” der gibi başını eğer, dostça bir kişneme çıkarırmış. Köy halkı da Maviş’in bu zarafetini bilir, ona saygıyla yaklaşırmış. Geniş çayıra salındığında, rüzgârı dinleyerek koşar, dörtnala ilerler, ardından kuşlar gibi ansızın durur, etrafa bakınırmış. Çocuklar da Maviş’in ardından sevinç çığlıkları atar, “Bir gün biz de senin gibi özgürce koşabilir miyiz?” diye hayaller kurarmış.
Gel zaman git zaman, köyde bir şenlik düzenleneceği haberi yayılmış. Bu şenlikte, civar kasabalardan atlar getirilecek, en hızlı ve en çevik atlar yarıştırılacak, kazanan ise büyük bir onurla ödüllendirilecekmiş. Köyün ileri gelenleri, “Bu yarışmada Maviş de koşsun, bakarsın birinci olur,” diye düşünmüş. Fakat Maviş’in sahibi, yaşlı çiftçi Kara Ahmet, “Yarış onu yorar mı bilmem,” demişse de, köydeki çocukların heyecanı ve ısrarı karşısında dayanamayarak onay vermiş.
Şenlik günü, köyün meydanı panayıra dönmüş. Renkli bezler, balonlar, yiyecek tezgâhları kurulmuş; insanlar bir araya gelip müziklerle, halk oyunlarıyla eğlenir olmuş. Yarış vakti yaklaştığında, bütün gözler Maviş ve diğer atlara çevrilmiş. Aralarında iri cüsseli, kaslı pek çok at bulunuyor, sahipleri de “Bu kez galip geleceğiz,” diyerek umutla bekliyormuş. Maviş ise sakince yerinde duruyor, sanki etraftaki kalabalığı izliyormuş. Çocuklar, “Hadi Maviş, sana güveniyoruz!” diye seslenmişler.
Yarış başlayınca, tüm atlar dörtnala sürülmüş. Toz bulutu içinde nal sesleri gök gürültüsünü andırıyormuş. Maviş ilk başta geride kalmış gibi görünmüş. Fakat rüzgârı hissederek, yavaşça hızını artırmaya başlamış. Koşarken, sanki etrafındaki sesi duymayacak kadar kendini rüzgâra teslim ediyormuş. Diğer atlar da çok güçlüymüş elbet, ama Maviş’in yüreğindeki inanç, onu gitgide öne taşımış.
Tam bitiş noktasına varırlarken, Maviş tüm zarafetiyle hamlesini yapıp yarışı önde bitirmiş. Meydanda bir alkış kopmuş. Çocuklar sevinçle “Maviş kazandı!” diye bağırmışlar. Kara Ahmet, gururla atının yanına koşmuş, onu okşayarak, “Sen sadece güzel değil, aynı zamanda cesur bir atmışsın,” diye mırıldanmış. Yarışın diğer katılımcıları da Maviş’i ve Kara Ahmet’i tebrik etmiş. Ardından şenlik daha da coşkulu hale gelmiş; davullar vurulmuş, türküler söylenmiş, herkesi neşe kaplamış.
Fakat zafer tek başına Maviş’e ait değilmiş. Köylüler, bu olaydan sonra “Bir şeyin sonucu kadar, o yolculukta gösterdiğin kalp ve emek de önemlidir,” diye konuşmuş. Çünkü Maviş, rakiplerini yeneyim diye değil, rüzgârın ona fısıldadığı özgürlük tutkusuyla koşmuştu. Bu özgürlük hissi, hiç kimseye zarar vermeyecek, tam aksine herkese umut olacak bir duyguydu. Yarışı izleyen çocuklar da “Biz de bir gün hayallerimizi rüzgârla yarıştıracağız,” diyerek gülümsemişler.
Şenlik bitince, köy yine sakinliğe dönmüş. Maviş, geniş çayıra salınmış ve keyifle koşmaya devam etmiş. Kimi zaman durup ufka bakıyor, kimi zaman da yelesini savurarak cılız esintiyi hissediyormuş. Köylüler, “Maviş galiba ruhu hep hür olacak bir at,” diyerek onu saygıyla izler olmuşlar.
O günden sonra, “At Masalı” adıyla dillere destan anlatılan bu öykü, hem çocuklara hem de büyüklere bir gerçeği hatırlatmış: Özgürce koşmak, sadece bedensel bir hareket değil, insanın içindeki cesareti ve sevgiyle birleşen azmi göstermesiymiş. Masal bu ya, belki sen de bir gün rüzgârı hissederek kendi yolunda koşar, Maviş gibi gönlünde sakladığın özgürlüğü bulursun. Çünkü masallar sadece kulaklara değil, yüreklere de dokunurmuş.