Bir varmış, bir yokmuş… Eski zamanların birinde, dağların gölgesinde kurulu, kışları bembeyaz karlarla kaplanan bir köy varmış. Bu köy, sert rüzgârların estiği, kar tipilerinin sık sık görüldüğü bir yerde bulunurmuş. Köy halkı, uzun ve soğuk gecelerde sobalarının başına toplanır, büyüklerin anlattığı efsaneleri, masalları dinlermiş. İşte böyle bir kış mevsiminde, köyde Ayaz adında bir çocuk dünyaya gelmiş. Adını, doğduğu gece dışarıda fırtınalar koparken, ortalığı titreten ayazdan almışlar.
Ayaz büyüdükçe, yüreğinde herkese sıcak davranan bir iyilik besler olmuş. Şapkası ve atkısıyla nereye gitse, yüzündeki gülümseme içini ısıtır, etrafındakilere de bu sıcaklığı yansıtırmış. Köyün yaşlıları “Bu çocuk neşesiyle kışın soğuğunu bile hafifletiyor,” diye konuşurmuş. Ancak son yıllarda köyde kışlar öyle sert geçmeye başlamış ki, halk zorlanır olmuş. Kar kalınlıkları artmış, hayvanların yem bulması güçleşmiş, insanlar da yiyecek stoklarını erken tüketmeye başlamışlar.
Bir kış sabahı, Ayaz ahırdaki hayvanların üşüdüğünü, aç kaldığını fark etmiş. Komşularının inekleri, koyunları da benzer hâldeymiş. Köyün ileri gelenleri, “Eskiden karlar bu kadar uzun sürmezdi,” diye hayıflanıyor, bir yandan da “Bu durum ne kadar sürecek?” diye endişeleniyorlarmış. Ayaz, babasının hazırladığı çuvaldaki son buğday tohumlarını görünce, “Bunları ekmek için baharı bekleyeceğiz, ama o zamana kadar ne yapacağız?” diye düşünmüş. Kar yığınları o kadar fazlaymış ki köyden dışarı çıkan tek yol bile kapanmak üzereymiş.

Ayaz, çözüm aramak için köyün hemen dışındaki yaşlı çınarın altına gitmiş. Kar diz boyu olmasına rağmen usanmadan yürümüş. Orada, dedesinden miras kalan bir hikâyeyi anımsamış: Derler ki, bu dağların zirvesinde bir buz mağarası varmış. İçinde kar kraliçesinin sakladığı sihirli bir kristal bulunurmuş. O kristal yerinden alınırsa, kışın sertliği yumuşar, bahar daha erken gelirmiş. Ayaz, “Belki bu efsane doğrudur,” diye içinden geçirip kararını vermiş: “O kristali bulmalıyım.”
Ertesi gün, kış güneşinin zayıf ışıkları yeni yeni ortaya çıkarken yola koyulmuş. Omzunda ufak bir çanta, içinde azık olarak biraz ekmekle peynir, bir de annesinin ördüğü yün eldivenleri varmış. Köyün ötesindeki patikalar karla kaplı olmasına rağmen, Ayaz’ın içindeki inanç onu güçlü kılıyormuş. Gökyüzündeki bulutlar morumsu bir renge bürünmüş, rüzgâr uğuldayarak esiyormuş. Yine de geri dönmeyi aklından bile geçirmemiş.
Dağ yolunda ilerledikçe hava daha da soğuyor, tipi yüzüne çarpıyor, göz gözü görmez oluyormuş. Tam umutsuzluğa kapıldığı anda, tepede bir ışık süzmesi fark etmiş. Karların arasından beyaz bir kurt çıkıvermiş. Ayaz önce korksa da, kurt ona zarar vermemiş. Aksine, kuyruk sallayarak sanki “Beni takip et,” der gibi davranmış. Ayaz, kurt sayesinde karlarda kaybolmadan ilerleyebilmiş. Kurt dönüp arkasına bakıyor, Ayaz da onu izliyormuş. Kısa bir zaman sonra, aniden büyük bir kayanın ardında yansıyan mavimsi bir ışıltı belirivermiş.
Işık gittikçe güçlü hale geldiğinde, Ayaz kendini buzdan bir mağaranın önünde bulmuş. İçeri girince, duvarları pürüzsüz bir buzla kaplı, tavandan sarkıtların süzüldüğü bir yerle karşılaşmış. Tam ortada, ay ışığının yansıması gibi parıldayan bir kristal duruyormuş. Bu kristalden yayılan ışık, insana huzur veriyor, sanki içini ısıtıyormuş. Ayaz, “İşte dedemin masallarda anlattığı sihirli kristal bu olmalı,” diye düşünmüş. Ancak kristali alırken, kalbinde garip bir titreşim hissetmiş. Sanki bir ses “Bu gücü nasıl kullanacağını bilmezsen, kış yerine başka bir felaket getirebilirsin,” diyormuş.
Ayaz, “Niyetim kötü değil, köyüme baharı erken getirmek ve halkıma yardım etmek istiyorum,” diye fısıldamış. O an kristalin ışığı biraz daha artmış. Ayaz, büyük bir özenle kristali avuçlarının arasına almış. Dışarı çıktığında, kurt onu bekliyormuş. İkisi birlikte köye dönerken, rüzgâr da yavaş yavaş dinmeye, karların üzerindeki gri örtü yerini daha duru bir havaya bırakmaya başlamış.

Köy meydanına vardıklarında sabaha karşı güneş ufuktan nazlı nazlı doğuyormuş. Kristalin ışığı bütün köyü aydınlatmış. Köy halkı, evlerinden çıkıp şaşkınlık ve sevinçle izlemeye koyulmuş. Kısa süre içinde hava yumuşamış, karlar hafif hafif erimeye başlamış. Hayvanlar derin bir oh çekmiş. İnsanlar, “Ne oldu da bu kadar çabuk değişti?” diye birbirine sormuş. Ayaz elindeki kristale bakarak, “Bazen inanç ve iyilik, en sert kışı bile bahara dönüştürebilir,” diye gülümsemiş.
İşte Ayaz Masalı, böyle bir kahramanlık ve iyilik hikâyesiymiş. Kış ne kadar şiddetli olursa olsun, yüreklerdeki sevgi ve cesaret yeterince güçlü olduğunda karanlık dağılır, güneş yine doğarmış. Köyün çocukları bu masalı her dinlediğinde, “Biz de Ayaz gibi cesur olabilir miyiz?” diye sorarmış. Büyükler de şefkatle gülerek, “Yüreğiniz temiz olduğu sürece, elbet olabilirsiniz,” diye cevap verirmiş.
