Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, rengârenk çiçeklerle kaplı bir vadide kurulmuş ufak bir köy varmış. Bu köyün etrafını saran dağların eteklerinde bahar gelince öyle güzel bir manzara oluşurmuş ki görenler hayran kalırmış. Kardelenler karlar erirken yüzünü gösterir, sümbüller ve laleler topraktan başlarını uzatır, bir süre sonra hepsine papatyalar ve gelincikler eşlik edermiş. Rüzgâr bu çiçek tarlasını hafifçe okşadığında, etrafa büyülü bir koku yayılır, kuşlar da bu ahenge şarkılarıyla eşlik edermiş.
İşte bu vadide, ailesiyle birlikte yaşayan bir kız varmış. Adı Leyla olan bu kız, doğaya ve özellikle çiçeklere düşkünlüğüyle tanınırmış. Sabahın ilk ışıklarıyla uyanır, evin önündeki çiçek bahçesine gider, yaprakların üstünde biriken çiy damlalarını inceler, her bir çiçeğe gülümsermiş. Leyla’nın bu merakı, vadideki bütün çiçekleri tanımasını sağlamış. Çayırdaki nadir bitkilerin bile özelliklerini öğrenir, hangi çiçeğin ne zaman açacağını gün gün takip edermiş. “Ah, bu mor menekşe nasıl da güzel kokuyor,” diye iç geçirir, her çiçeğe sevgiyle dokunurmuş.
Bir gün, köyün dışında dolaşırken vadiyi çevreleyen tepelerden birinde tuhaf bir sessizlik sezmiş. O alanda, eskiden rengârenk çiçekler açarmış. Oysa şimdi çoğu kurumuş, bir kısmı ise cılız kalmış gibi görünüyormuş. Yanlarına gidip yakından bakınca fark etmiş ki toprağın üst tabakası çatlamış, neredeyse suya hasret bir toprak parçası hâline gelmiş. Leyla’nın içi burkulmuş. Kendi kendine, “Burada da baharı karşılaması gereken çiçekler var, ama hepsi cansız kalmış. Bir şey yapmalıyım,” diye düşünmüş.
O akşam Leyla, durumu ailesiyle paylaşmış. Babası, “O bölge uzun süredir sulak değildi, belki de toprak verimsizleşmiştir,” demiş. Annesi ise “Geçmişte bu tepede bir kaynak olduğunu duymuştum ama zamanla kurumuş,” diye eklemiş. Leyla, “Peki bu çiçeklere nasıl yardım edebiliriz?” diye sorduğunda herkes suskun kalmış. Çünkü köy, kendi su ihtiyacını zar zor karşılıyor, daha uzağa su taşımak çok zahmetli oluyormuş. Yine de Leyla pes etmemiş. “Bir yolunu bulmalıyım,” diye aklından geçirmiş.
Ertesi sabah erkenden kalkmış, yanına birkaç küçük kap, biraz su ve bir kürek alarak o tepeye varmış. Çatlamış toprağı elleriyle kazıp içine biraz su dökmüş, az da olsa çiçeklerin köklerine can suyu ulaştırmaya çalışmış. Küçük kaplara da su doldurarak etrafa bırakmış ki ufak hayvanlar gelip içsin, toprağın nemi artsın. Bu uğraşını birkaç gün tekrarlamış, fakat tek başına yeterli olmayacağını anlamış. Köydeki komşularına seslenmiş: “Bakın, hepimiz el ele verirsek bu kuru tepeyi yeniden canlandırabiliriz. Kısa bir süreliğine de olsa toprakla ilgilenip çiçekleri kurtarabiliriz.” Başta kimse önemsememiş gibi görünse de, Leyla’nın sabrı ve sevgisi onları etkilemiş. Köyün büyükleri, “Madem bu kadar çabası var, biz de el atalım,” diye düşünmüş.
Kısa sürede köylüler bir araya gelmiş. Kimisi eşek sırtında su taşımış, kimisi kazma kürek getirip toprağın hava almasını sağlamış. Yaşlı nineler ve dedeler de kendi bildikleri yöntemlerle tohuma durmamış çiçek soğanlarını toprağa ekmişler. Birkaç hafta sonra tepedeki çatlaklar yavaş yavaş kapanmaya, cılız bitkiler yeşermeye başlamış. Yağmurlar da gecikmemiş, bulutlar günlerdir sabırsızlıkla bekleyen toprağa sağanak hâlinde su vermiş. Böylece tepe, adeta yeniden doğmuş.
Leyla bir gün, o tepeye çıktığında gözlerine inanamamış. Kuru dalların arasında yeşil filizler boy vermiş, rengârenk çiçekler uçsuz bucaksız bir halı gibi yayılmış. Hafif rüzgârda salınan çiçekler sanki ona el sallıyor, “Teşekkür ederiz,” diye fısıldıyormuş. Sevinçten gözleri dolan Leyla, “Emeğin ve sevginin olmadığı yer çorak kalır. Ama bir kişi bile isterse umut tohumları yeşerebilir,” diye mırıldanmış.
Köydeki insanlar bu olayı “Çiçek Masalı” olarak anlatmaya başlamışlar. Çünkü kimine göre gerçek bir mucizeymiş, kimine göre de yürekten gelen çabanın sonucu. Anne babalar, çocuklarına her akşam yatmadan önce bu masalı okur, “Bir çiçeği kurtarmak, bazen koca bir vadiyi canlandırabilir,” diyerek onlara doğayı korumanın önemini öğretirmiş. Ve Leyla’nın öyküsü, toprakla kurulan sevgi bağı sayesinde nesilden nesile uzanan bir umut ışığı olarak kalplerde yer edinmiş.