Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yemyeşil ormanların uzandığı, pınarların şırıl şırıl aktığı bir diyar varmış. Bu diyarda yaşlı ağaçların gölgesinde kurulmuş, sıcacık insanların yaşadığı bir köy bulunurmuş. Köy halkı çoğunlukla tarlalarına bakar, meyve-sebze yetiştirir, hayvanlarıyla ilgilenirmiş. Güneş doğarken horozların ötüşüyle uyanırlar, akşam olunca da aileler birbirini ziyaret eder, eski masalları anlatırlarmış. Ancak en merak edilen hikâyelerden biri, köyün yakınındaki bir ormanda yaşayan koca bir fil hakkındaymış.
Bu filin adı Nazik’miş. Nazik, upuzun hortumuyla ormanın sularına uzanır, gür yapraklı ağaçların arasında gezer, kimi zaman da kuşlarla sohbet edermiş. Onu gören diğer hayvanlar ilk başta korkarmış, çünkü gövdesi iri, ayakları sütun kadar kalınmış. Fakat nazik davranışları ve sevecen bakışları yüzünden kısa sürede dostluk kurarlarmış. Ormanın içinde tilkiler, sincaplar, ceylanlar hep ondan bahsedermiş: “Böyle koca cüsseli olup da bu kadar iyi kalpli olana rastlamak zordur!”
Gel zaman git zaman, köyün yanında büyük bir kuraklık baş göstermiş. Yağmur bulutları ortalarda görünmemiş, gökyüzü hep masmavi kalmış. Köylülerin tarlaları susuz kalmış, bostanlar kavrulmuş. Hayvanların su içtiği göletlerdeki sular çekilince köy halkı telaşlanmaya başlamış. Bu durumdan en çok üzülen kişi, küçük bir çocuk olan Gülay’mış. Gülay, her sabah elinde kovasıyla su aramaya çıkar, ama boş kovayla geri dönermiş. Bir akşamüzeri, artık ümitsizce ormanda ilerlerken uzakta bir hareketlilik görmüş: Koca bir fil, hortumuyla yerden su çıkarıyormuş! Gülay şaşkınlıkla yaklaşınca Nazik’in, toprağın hafif nemli kısımlarını kazarak oradan su bulduğunu fark etmiş.
Gülay, filin yanına usulca sokulmuş ve “Sen bu suyu nereden buluyorsun?” diye sormuş. Nazik, çocuktan hiç korkmamış, yumuşak gözlerle ona bakmış. Hortumunu göstererek, “Burada yerin altında küçük bir su kaynağı var,” der gibi homurdanmış. Gülay, sevinç içinde koşarak köye dönmüş, ailesine ve komşularına Nazik’in bulduğu suyu anlatmış. Ertesi sabah, bütün köy ahalisi kovalarıyla birlikte ormana gitmiş. Fakat o kadar çok insan, o kadar çok kova varmış ki su kaynağı yetmeyebilirmiş. Köylüler, endişeyle nasıl su toplayacaklarını düşünürken Nazik yardıma koşmuş.
Nazik, hortumuyla toprağı iyice kazarak suyun yüzeye daha bol çıkmasını sağlamış. Bir anda zeminde küçük bir gölet oluşmuş. Köylüler şaşkınlık ve sevinç içinde kovalarını doldurmaya başlamış. Bütün bu telaş içinde Nazik, kimseyi ezmemek için dikkatle hareket etmiş. Büyük gövdesine rağmen attığı her adımda çevreye zarar vermemeye çalışmış. Köylüler, “Sen ne kadar düşünceli bir filsin!” diyerek ona minnettar kalmışlar. Su sayesinde tarlalar sulanmış, hayvanlar susuz kalmamış.
Kuraklık devam etse de köyün yüreklerindeki umut yeşermiş. Çünkü artık dostları Nazik her gün onlara yardım ediyormuş. Her sabah ormana giden köylüler, Nazik’in açtığı su göletini temiz tutuyor, gerekirse kazmaya devam ediyorlarmış. Gülay, filin dostluğuna daha da sıkı sarılmış; ona kendi yaptığı küçük kolyeleri gösteriyor, şarkılar söylüyormuş. Nazik de hortumuyla su fışkırtarak adeta Gülay’a eşlik ediyormuş.
Sonunda gökyüzü, köylülerin dualarına kulak vermiş gibi kapkara bulutlarla dolmuş. Yağmurlar yağmaya başlamış, toprak tekrar cana kavuşmuş. Köydeki herkes birbirine “Fil masalı gerçek oldu, koca bir kalple koca bir diyardaki umudu yeşertti,” diyerek Nazik’in hikâyesini anlatmaya koyulmuş. O günden beri büyüklüğün sadece bedende değil, yürekte de olması gerektiğini söyleyen “Fil Masalı,” kulaktan kulağa yayılmış. Her aile, çocuklarına bu öyküyü anlatarak hem doğaya hem de birbirlerine sevgiyle yaklaşmaları gerektiğini öğretmiş. Böylelikle Nazik’in cömertliği ve yardımseverliği, nesiller boyunca hatırlanacak bir efsaneye dönüşmüş.