Eski bir Anadolu köyünün yamacında, kimsenin uzun zamandır uğramadığı harap bir konak yükselirdi. Köy halkı, bu konağın lanetli olduğuna inanırdı; çünkü yıllar önce aynı aileden neredeyse tüm bireyler, ardı ardına esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmuştu. Kimi bu kayıpları uğursuz bir musibete bağlar, kimi de konağın duvarlarında dolaşan öfkeli ruhların işi olduğunu söylerdi.
Özellikle akşam vakti yaklaştığında, konak çevresinden gelen garip sesler köyün sokaklarında yankılanırdı. Kapı gıcırtılarına benzeyen iniltiler, sanki evin içinde koşturan ayakların yansıması gibi tuhaf tıkırtılar… Bu sesler yüzünden köyün çocukları, gece erkenden evlerine çekilir, yaşlılar ise dualar mırıldanarak kapılarını kilitlerdi.

Bir gün, İstanbul’dan köye gelen genç bir gazeteci olan Eren, bu hikâyelerin peşine düşmeye karar verdi. Gazetedeki editörü, eski bir efsaneyi araştırmasını önermiş, o da bu lanetli konaktan bahsedilen köye gelmişti. Köylüler, Eren’e ürkütücü öyküler anlattılar; fakat hiçbiri konakla ilgili kesin bir bilgi veremiyordu. Merakına yenik düşen Eren, sonunda köyün yakınlarında yaşayan yaşlı bir adamdan, konağın anahtarlarının hâlâ saklandığını öğrendi. “Delikanlı, sana tek tavsiyem,” dedi yaşlı adam, “karanlık bastığında o eve yaklaşma.”
Eren, tüm cesaretini toplayarak akşamüstü konağa gitti. Harap kapıyı açtığında içerideki loşluk, nefesini kesecek kadar kasvetliydi. Güneş iyice battığında konakta gezinmeye başladı. Nemli duvarların üzerindeki eski tablolar, çerçevelerinden çıkacakmış gibi ürkütücü bakışlarla ona eşlik ediyordu. Ayağının takıldığı çürümüş halıdan yükselen toz bulutu, gözlerini yakmıştı. Birkaç oda gezdikten sonra en dipteki kapının aralık olduğunu fark etti. İçeriden hafif bir ıslık sesi duyuluyordu; sanki biri karanlıkta yavaşça bir ezgi çalıyordu.
Kapıya yaklaşıp içeri baktığında, köhne bir masanın üzerinde duran eski bir radyo gördü. Radyo kendi kendine çalıyor, tiz bir müzik döngüsü odada yankılanıyordu. Bir anda müzik kesildi ve yerini fısıltılara bıraktı. Eren, fısıltıları anlamaya çalıştıkça dizleri titremeye başladı; kelimeler anlaşılmaz ama korku dolu bir tını taşıyordu. Derken, radyonun hemen yanında, üstü toz kaplı bir ayna fark etti. İçine baktığında, kendi yansımasının ardında belirsiz bir siluetin durduğunu gördü.

Siluet bir anda ortadan kaybolduğunda Eren, kalbinin deli gibi çarptığını hissetti. Radyodan gelen fısıltılar, şimdi bir kahkahayı andırıyordu. Panik içinde geri dönmek isterken kapı aniden çarparak kapandı. O sırada konak duvarlarında yankılanan ayak sesleri çoğaldı, sanki birkaç kişi aynı anda koşuyor gibiydi.
Eren kapıyı zorlayıp açmayı başardı ve kendini konağın karanlık koridoruna attı. Çıkışa giden yolu bulmak için el yordamıyla ilerlerken, arkada bıraktığı o odadan hâlâ kesik kesik kahkahalar yükseliyordu. Sonunda giriş kapısına ulaşıp kendini dışarı attığında, gökyüzündeki yıldızlar bile soluk görünüyordu. Konaktan uzaklaştıkça içini tarifsiz bir rahatlama kapladı.

Ertesi gün, köyde kimse ona bu konaktan bir anı veya açıklama sunamadı. “O eve girenlerin aklında bir sızı kalır,” dedi yaşlı adam, “ama bu sırrı asla tam olarak çözemeyecekler.” Eren de o günden sonra konağın sırrını açıklayacak cesareti bir daha kendinde bulamadı. Karanlıkta çınlayan fısıltılar, her gece rüyalarında ona eşlik etmeye devam etti.
