Bir varmış, bir yokmuş… Yemyeşil ağaçların, serin pınarların süslediği geniş bir ormanda tilkiler, tavşanlar, sincaplar ve kuşlar neşe içinde yaşarmış. Günün birinde burada ağır kabuğu, sakin adımlarıyla dolaşan bilge bir kaplumbağa peyda olmuş; adı Kaplumbağa Dede’ymiş. Yaşını kimse bilmez, en eski meşelerin bile onu hatırladığı söylenirmiş. Gözleri kısık, yürüyüşü yavaş ama kararlıymış; konuşmayı az, dinlemeyi çok sever, yalnızca ihtiyaç duyulduğunda usulca öğüt verirmiş.
Baharın ilk günleriydi; mor menekşeler açıyor, dere boyunca kuş cıvıltıları yankılanıyordu. Tavşan Yumoş ile kirpi arkadaşı Tırtık yeni bir yuva arıyordu. Yumoş’un kardeşleri yerlerini kapmış, geriye daracık alan kalmıştı. İkili ormanın dört bir yanını dolaşıp uygun köşe bulamayınca kayanın üstünde güneşlenen Kaplumbağa Dede’ye yaklaşmışlar.
“Dede, bütün ormanı gezdik, ama yuva kuracak tek yer bulamadık,” diye dert yanmış Yumoş. Kirpi Tırtık da başını sallayıp eklemiş: “Belki de bakmayı yanlış yaptık.”
Kaplumbağa Dede göz kapaklarını aralayıp gülümsemiş: “Bazen görmek için gözlerimizden çok sabrımızı kullanmak gerekir. Koşarken önünden bile geçsen fark etmezsin. Şimdi yavaş yürüyün, ağaç diplerine, çalılıkların altına bakın. Acele etmeyin; suyun sesini, toprağın kokusunu dinleyin.”
Yumoş başlangıçta sabırsızlanmış, fakat Tırtık onu ikna etmiş. İkili adımlarını yavaşlatıp etrafı dikkatle inceleyince, dere kenarında yabani nanelerle çevrili, serin gölgeli geniş bir çalılık keşfetmişler. Rüzgâr esince hoş kokular yayılıyor, yakınındaki minik kaynak pırıl pırıl akıyormuş. Burası güvenli, sessiz ve tertemizmiş. Sevinçle yeni yuvalarını kurmaya başlamışlar.
Kısa sürede haber yayılmış: Kaplumbağa Dede’nin sözünü dinleyen hayvanlar, kayıp geyik yavruları bulmuş, kuşlar en bereketli tarlalara konmuş, sincaplar kışlık erzaklarını gizlemek için en serin kovukları seçmiş. Dede, karşısındaki kim olursa olsun sabır, dikkat ve kalbin sesini dinlemeyi öğütlemiş. Başta telaş eden gençler, eninde sonunda doğru yolu bulup birbirlerine yardım etmeyi öğrenmişler.
Mevsimler akıp giderken Kaplumbağa Dede ağır kabuğuyla ormanı dolaşmayı sürdürmüş. Onun yavaş adımlarının ardında saklı bilgeliği tüm canlılar saygıyla anmış. Sorun büyüyünce “Önce duralım, Dede’nin dediklerini hatırlayalım,” dermiş hayvanlar. Çoğu zaman da öğüdüne ihtiyaç kalmadan, içlerindeki sabır ve merhametle çözümü bulurlarmış.
Bir gün Dede, çayırda kabuğuna çekilip tatlı bir uykuya dalmış. Rivayete göre rüyasında bütün orman halkını huzur içinde görmüş, gülümsemiş. O günden sonra kimse varlığından şüphe etmemiş; sabrın, sükûnetin ve paylaşmanın değeri kalplerde daha da büyümüş.
Ve gökten üç elma düşmüş: biri bu masalı dinleyen miniklerin, biri anlatanların, diğeri de sabırla yürüyen Kaplumbağa Dede’nin başına… Ormanda huzur, nesiller boyu süren bir masala dönüşmüş.