Bir varmış, bir yokmuş… Anadolu’nun billur ırmakları ve yemyeşil yaylalarıyla ünlü bir diyarında, sımsıcak kalpli insanlarla dolu bir köy varmış. Köyün girişinde, bahar gelince pembe ve beyaz çiçeklere bürünen koca bir erik ağacı yükselirmiş. İşte bu köyde, Zeynep adında bir kız yaşarmış. Zeynep, saz sesi duyunca kalbi neşe dolan, türkü söyleyenlere eşlik etmeye bayılan, yanakları al al gülen bir Anadolu kızıymış. Bahar geldi mi, köyün gençleriyle halaya durur, mis kokulu ekmekler pişiren annesinin işlerini seve seve paylaşıp herkese yardım edermiş.
Günlerden bir gün, köye yabancı bir atlı gelmiş. Üzerinde yıpranmış ama zarif işlemeli bir yelek, sırtında deri bir heybe taşıyan bu gencin adı Mehmet’miş. Uzak bir kasabadan, köyün civarındaki yaylalarda dinlenmek ve kendisine yeni bir hayat kurmak için gelmiş. Kısa sürede, köy halkı onun sakin sesine ve dürüst duruşuna ısınmış. Ancak en çok Zeynep’in dikkatini çekmiş bu yabancı delikanlı. Ne zaman Zeynep kuyudan su çekmek için yol kenarına gelse, Mehmet de sanki tesadüfmüş gibi orada belirir, tatlı dille hâlini hatırını sorarmış. Zeynep’in gönlü, dinlediği masallardaki gibi ilk kez böyle çarpar olmuş.

Köyde zaman su gibi akıp giderken, iki genç de yüreklerinde yeşeren sevdayı kimseye açamazmış. Ne var ki, Zeynep’in babası Osman Ağa, çok sevdiği kızını yalnızca köyün önde gelen ailelerinden birinin oğluna vermeyi hayal edermiş. Mehmet’in ise köyde malı mülkü, güçlü bir sülalesi yokmuş. Zeynep, her gün dualar ederek Allah’tan kalbindeki bu sevdaya ferahlık ve bir yol diler, Mehmet ise sabırla Osman Ağa’nın gönlünü kazanmak için çalışır dururmuş.
Bir bayram sabahında, köyde büyük bir panayır kurulmuş. Renk renk şalvarlar, oyalı yazmalar, mis gibi kokan gözlemeler tezgâhlarda diziliymiş. Davul zurna eşliğinde gençler halay çekip eğlenirken, Osman Ağa kalabalıkta Mehmet’i görmüş. Mehmet, uzaktan Zeynep’le göz göze geldiği anda yüzünde beliren gülümsemeyle Osman Ağa’ya selam verip elini öpmeye yönelmiş. Tam o esnada, panayıra giren bir yolcunun atı ürküp kaçmaya başlamış. Kimsenin yetişemediği ata Mehmet kollarını açmış, hızlı bir hamleyle hayvanı sakinleştirmeyi başarmış. Bu cesaret ve beceri, kalabalık tarafından alkışlarla karşılanmış. Osman Ağa, bütün köyün gözü önünde Mehmet’in hünerini görünce bir an durup düşünmüş.
O günden sonra, Osman Ağa, Mehmet’in azmini ve dürüstlüğünü iyice fark etmiş. Hem köyde çalışkanlığını hem de insanlara yardımsever tavrını gördükçe gönlü ısınmış. Zamanla Mehmet’e ve dolayısıyla Zeynep’in mutluluğuna razı olmuş. Nihayet, bir yaz akşamında bütün köy, ufak bir düğünle bu ikilinin sevincine ortak olmuş. Davul-zurna çalarken Zeynep’in gözleri pırıl pırıl, Mehmet’in kalbi de bahar çiçekleri gibi taze aşkla doluymuş.
Ve masal bu ya, o gün denmiş ki “Sevda, gönülden gönüle açan bir güldür; sabır ve doğrulukla sulandığında en sert kalpleri bile yumuşatır.” İki genç, kurdukları sıcak yuvada sevgiyle yaşarken köyün adı dilden dile dolaşmış. Anadolu’nun dört bir yanında, “Kavuşma Vadisi” diye anılan bu yer, Zeynep’le Mehmet’in gül bahçesi gibi aşklarına ev sahipliği yapmaya devam etmiş.
İlgili Kategoriler