Bir zamanlar Kızılırmak kıyısına yaslanmış Sırmalı adında sevimli bir köy varmış. Köyün iki yakasını yıllar önce sel alıp götürmüş, giden köprünün yerini yalnız bir iskele ve küçük bir sal tutarmış. Sal ustası Dede Hayri her geçeni gönüllü taşır, sazıyla da içli türküler çalarmış. Fakat kış bastırınca salla geçmek zor; çocuklar okula, çobanlar yaylaya ulaşamazmış.
Köy meydanındaki çınarın altında bir gün, kardeşler Eylül ile Baran dedelerine dert yanmış:
— “Kızılırmak çok hırçın, ama biz karşı kıyıda oynanan halaya katılmak istiyoruz.”
Dede Hayri beyaz bıyığını burmuş, eski bir efsane anlatmış: “Derler ki, Kızılırmak’a temiz bir dilekle atılan her taş, su perilerini uyandırır. Periler köprünün ilk kemerini örer; gerisini birlikle tamamlamak köyün işidir.”
Bu söz kardeşlerin içini ateşlemiş. Eylül kilim çuvallara çakıl taşları doldurmuş, Baran her taşın üzerine köy çocuklarının dileğini kömürle çizmiş: sazını tamir etmek isteyen Ali, keçisi kuzulasın diye dua eden Zeynep, baklavalık ceviz bekleyen Fadime teyze… Sonra ikisi nazar boncuklu değneklerini alıp ay ışığında ırmak kenarına inmiş.
Baran, Dede Hayri’den ödünç aldığı sazın tek telini tıngırdatmış; Eylül ilk taşı kalbinin üzerinden suya bırakmış. Sazın sesiyle birlikte tuhaf bir uğultu yükselmiş. Kızıl suların içinden gümüş pullu alabalıklar sıçrayıp taşları gagası nazarlıklı leylekler gibi orta akıntıya taşımış. Su yüzünde kıvılcımlar dolaşmış, taşlar ışıl ışıl parlayarak dev bir hilale dönüşmüş.
Sabah horoz ötmeden köy halkı ırmak kıyısına gelmiş ve ne görsün? Ortada yarım kalmış kemerli bir iskelet yükseliyor! Taşlar perilerce örülmüşçesine birbirine kilitlenmiş. Muhtar, “Bizim dilek yarı yolda kalmaz,” demiş ve imece usulü başlatmış. Demirci ustası korkulukları dövmüş, kadınlar kilim motifli halat süsleri örmüş, çocuklar çamur içinde tuğla taşımış.
Günlerce kemençe, davul, çekiç sesleri birbirine karışmış. Son kiriş yerine oturunca Eylül ile Baran köprünün tam ortasında buluşmuş, sazın üç teli bu kez neşeyle titremiş. Kızılırmak ayaklarının altında dingin akarken gökkuşağı da suya değmiş. Köyün iki yakası büyük bir halayla kucaklaşmış; baklavalar tepsilerle dağıtılmış, kuzular seke seke çakıl sahile inmiş.
O günden sonra köprüye “Dilek Köprüsü” denmiş. Sırmalı’da hâlâ anlatılan öğüt şudur: “Bir dilek tek başına sudan geçemez; gönüller birleşince taş bile ışık olur, köprü olur.”
İlgili Kategoriler