Bir varmış, bir yokmuş… Bereketli bir vadide, her günü güneşli, her gecesi yıldızlı geçen huzurlu bir koyun sürüsü yaşarmış. Sürünün en genç ve meraklısı, bembeyaz tüylü Duman adındaki koyunmuş. Sürü lideri Karabaş sık sık onu “Vadi dışı tehlikelerle dolu; ormanda aç kurtlar var,” diye uyarırmış, ama Duman yeni yerler görme hevesini bir türlü bastıramazmış.
Bir sabah Duman, vadinin sınırına dek ilerleyip ulu çam ağaçlarının arasında gri bir kurda rastlamış. Kurdun adı Azman’mış ve kurnazlığıyla ün salmış. Azman, “Merhaba küçük koyun, ben Azman. Sana gizli bir göl göstereyim,” diyerek tatlı sözlerle Duman’ı kandırmaya çalışmış. Duman tereddüt etse de merakına yenik düşerek kurdu takip etmiş.
Yol boyunca Azman, “Ne parlak yünlerin var, ne cesur koyunsun!” diyerek Duman’ın gururunu okşamış. Ancak dar bir orman patikasına saptıklarında çevre kararmış; Duman’ın içine huzursuzluk çökmüş. Geri dönmeyi düşünürken Azman önünü kesip dişlerini göstermiş: “Artık çok geç, sen benim yemeğim olacaksın!” demiş.
Tam o anda ormandan güçlü bir ses yükselmiş: Karabaş ve sürüdeki diğer koyunlar yetişmiş! Karabaş, boynuzlarını yere vura vura “Biz birlikteyiz; bir daha koyunlarımıza yaklaşma!” diye kurda bağırmış. Kalabalığı gören Azman, kuyruğunu kıstırıp karanlıkta kaybolmuş.
Tehlike geçince Duman gözyaşlarıyla Karabaş’a koşmuş. “Merakım yüzünden hepimizi tehlikeye attım, özür dilerim,” demiş. Karabaş gülümseyerek, “Merak kıymetli ama tedbir şart. Sürümüzle güçlüyüz, yalnız kalan savunmasızdır,” diye öğüt vermiş.
O günden sonra Duman keşif merakını sürdürmüş; fakat her adımda Karabaş’ın sözlerini hatırlayıp temkinli davranmış. “Gerçek cesaret, gerektiğinde geri dönmeyi bilmektir,” dermiş kendi kendine. Böylece sürü dostluğun ve birlikteliğin gücüyle vadilerinde huzurla yaşamaya devam etmiş; sinsi kurtlar bir daha yaklaşmaya cesaret edememiş.
Gökten üç elma düşmüş: biri dinleyenlerin, biri anlatanların, biri de güven ve dostluğu koruyanların başına… Masal da burada sona ermiş.