Bir varmış, bir yokmuş… Uçsuz bucaksız yeşil tarlaların, masmavi gökyüzünün altında sakin bir köy varmış. Köyün ortasından nazlı nazlı akan bir dere geçer; kıyısında çiçekler açar, kelebekler dans edermiş. Köylüler tarlada, bahçede çalışır; hayvanlarını besler, akşamları soba başında türkü söylermiş. Bu huzurlu yerde, yüzünden gülümseme eksik olmayan meraklı bir kız çocuğu yaşarmış: Niloya.
Niloya her sabah güneşin ilk ışıklarıyla uyanır, dere kenarına koşar; balıkların suyla dansını, kuşların cıvıltısını dinlermiş. Bazen kâğıt ve boya kalemlerini alır; gördüğü renk cümbüşünü resmedermiş. Anne babası bu doğa tutkusunu destekleyerek, “Doğa sevgini hiç kaybetme, yavrum,” dermiş. Fakat bir akşamüstü dereyi bulanık, kenarlarını çöple kaplı gören Niloya’nın içi sızlamış. Eve koşup durumu ailesine anlattığında, anne-babası da dertli dertli başını sallamış: Son zamanlarda köylüler çöplerini dereye bırakıyor, tarladan çıkan artıkları kıyıya yığıyormuş. Dedelerinin, “Dere kurursa bereket biter,” sözünü hatırlayan Niloya, ertesi sabah köyün büyüklerine seslenmeye karar vermiş.
Ertesi gün, köy meydanındaki koca çınarın altında toplantı düzenlenmiş. Küçük kız cesaretle söz almış: “Ben sadece bir çocuğum,” demiş, “ama dere kirlenirse balıklar, kuşlar, hatta biz de zarar görürüz. Lütfen artık doğamıza sahip çıkalım.” Başlangıçta şaşıran köylüler, Niloya’nın içtenliğinden etkilenmiş. Yaşlı Dede Osman ayağa kalkıp, “Bir çocuğun uyarısıyla silkelenmemiz gerekirdi!” diye seslenmiş; herkes utanarak başını öne eğmiş.
Ertesi sabah tüm köylü çöp torbaları, kürekler ve süzgeçlerle dere kıyısına inmiş. Büyükler ağır taşları, paslı tenekeleri toplamış; çocuklar ağaç dallarına takılan ipleri, plastikleri çıkarmış. Niloya da küçük sepetiyle su yüzeyindeki yaprakları toplamış. Saatler süren çabanın ardından dere yeniden berrak akmış; balıklar kıpır kıpır dönmüş, kuşlar neşeyle ötmeye başlamış. Köylüler el ele tutuşup, “Bundan sonra dereyi hep birlikte koruyacağız,” diye söz vermişler.
Zamanla Niloya’nın gayreti meyvesini vermiş: Tarlalar bereketlenmiş, meyve ağaçları bol ürün vermiş, kasabadan gelen ziyaretçiler dereyi görmeye başlamış. Köy ekonomisi canlanırken asıl kazanç, doğaya duyulan saygının herkesin kalbine yerleşmesiydi. Çocuklar büyüklere çevreyi korumayı hatırlatıyor, büyükler de eski alışkanlıklarını değiştiriyordu.
Niloya her sabah yeni bir maceraya uyanıyor, dere kenarında dostlarını selamlıyor, elinde fırçası ve boyalarıyla doğanın renklerini kaydediyormuş. Arkadaşlarına, “Doğa bizim evimiz; onu korumak hepimizin görevi,” diyormuş. Böylece Niloya, köyde doğa sevgisini canlandıran küçük kahraman olarak anılır olmuş.
Sevgili çocuklar, bu masal gösteriyor ki küçücük bir yürek bile koca bir köyü değiştirebilir. Niloya gibi duyarlı olursak, doğayı korumak geleceğe bırakacağımız en değerli hazine olur. Gökten üç elma düşmüş: biri dinleyenlerin, biri anlatanların, biri de doğayı sevenlerin başına. Masal da böylece dilden dile yayılmış.
1 Yorum
Güzel masal için teşekkürler.