Bir zamanlar, gökyüzüne dokunan dağların ardında “Işık Ülkesi” adında büyülü bir krallık vardı. Bu ülkenin prensesi Aylin, güzelliği ve neşesiyle herkesi kendine hayran bırakırdı. Ancak bir gün, krallığın kıskanç cadısı Zoral, prensesi karanlık bir büyüyle lanetledi. Aylin, bir anda görünmez oldu ve yalnızca ay ışığı altında belirebilen bir “peri-prensese” dönüştü. Cadı, lanetin ancak saf bir kalbin gözyaşıyla bozulacağını söyleyerek güldü ve kayboldu.
Yıllar geçti, prensesin hikâyesi unutulmaya yüz tuttu. Ta ki, ormandaki küçük bir köyde yaşayan Leyla adında cesur bir kız, bu sırrı keşfedene kadar… Leyla, her gece büyükannesinden dinlediği masallarla büyümüştü. Bir akşam, büyükannesi ona Işık Ülkesi’nin kayıp prensesini anlattı. Leyla, ertesi sabah erkenden yola çıktı. Yanına bir parça ekmek, bir şişe su ve en sevdiği oyuncak ayısını alarak, “Perili Kale” denen yere doğru yürüdü.
Yol uzun ve zorluydu. Leyla, dikenli çalıların arasından geçerken, bir çalının altında kanadı kırık küçük bir kuş gördü. “Yardım et!” diye cıvıldadı kuş. Leyla, hemen kuşu eline aldı, kanadını mendiliyle sardı ve onu güvenli bir dallara yerleştirdi. Kuş, “Teşekkür ederim. Yolun açık olsun,” dedi.
Akşam olurken, Leyla bir nehir kenarına ulaştı. Karşıya geçmek için köprü yıkılmıştı. Tam umudunu kaybedecekken, suyun içinden yaşlı bir kaplumbağa çıktı: “Beni nehrin karşısına taşırsan, sana yardım ederim.” Leyla, kaplumbağayı sırtına aldı ve yavaşça karşı kıyıya yürüdü. Kaplumbağa, minnettarlıkla, “Bu iyiliğini unutmayacağım,” diyerek suya daldı.
Nihayet, Leyla Perili Kale‘ye vardı. Kocaman demir kapılar gıcırdayarak açıldı. İçerisi buz gibi ve karanlıktı. Tam merdivenleri çıkarken, bir ses duydu: “Açım… Çok açım!” Sesin geldiği yere baktığında, titreyen minik bir tilki gördü. Leyla, son ekmeğini tilkiyle paylaştı. Tilki, “Sen iyi bir çocuksun,” diyerek kayboldu.
En üst kattaki odada, ay ışığının altında beliren Prenses Aylin’i buldu. Prensesin gözleri hüzünlüydü: “Lanetim ancak saf bir kalbin gözyaşıyla bozulacak. Ama kimse benim için ağlamaz,” dedi. Leyla, prensesin yalnızlığını düşününce gözleri doldu. İki damla yaş yanağından süzüldü ve prensesin avucuna düştü.
O an, odada altın rengi bir ışık patladı! Prenses Aylin, yeniden görünür oldu. Kale birden ışıl ışıl parlamaya, bahçeler çiçek açmaya başladı. Leyla sevinçle prensese sarıldı.
Prenses, krallığına döndüğünde, Leyla’yı da yanına aldı. Ona “Kalbinin Cesareti” adında bir madalya verdi. Leyla, köyüne döndüğünde herkese şunu öğretti: “En güçlü büyü, iyilik yapmaktır. Küçük bir yardım, koca bir dünyayı değiştirebilir.”
Ders: Leyla’nın hikâyesi bize şunu hatırlatır: Gerçek cesaret, korkusuz olmak değil, başkaları için duyarlılıkla hareket etmektir. İyilik, en karanlık lanetleri bile bozar.