Bir varmış, bir yokmuş; evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, Anadolu’nun bereketli topraklarında küçük bir köy varmış. Bu köyde, çocukların neşesiyle dolu bir mahallede, Ramazan Bayramı yaklaşırken herkes hazırlıklara başlamış. Bayram sabahı için süslemeler yapılmış, evler rengarenk çiçeklerle donatılmış.
Köyün en yaşlısı, Bilge Dede, bayram sabahı evinin önünde topladığı çocuklara eski Türk masallarından bahsetmeye başlamış. “Her bayram, sevgi ve paylaşım demektir,” dermiş. Dede, çocuklara bayramın yalnızca şeker ve oyun değil, aynı zamanda yardımlaşmanın, hoşgörünün ve sabrın da simgesi olduğunu anlatırmış. Çocuklar, Dede’nin anlattığı masallara hayran kalır, gözlerinde umut ve mutluluk parıldarmış.
O gün, köydeki çocuklar bayram sabahı sabah erkenden kalkmış, evlerinin yakınındaki mescitde toplanmışlar. Cemiyetin bir köşesinde, minik bir kız olan Elif, annesinden aldığı eski bir kitapta, atalarımızın bayram geleneklerini okumuş. Bu kitap, kuşaktan kuşağa aktarılan hikayelerle doluymuş. Elif, kitapta okudukça, bayramın aslında bir araya gelip gönülleri ısıtan, birlikte sevinçleri paylaşmanın ne kadar değerli olduğunu öğrenmiş.
Masalın sürpriz yanı ise, o gün mescitte beklenmedik bir misafirin ortaya çıkmasıymış. Uzak diyarlardan gelen, renkli giysiler içinde bir gezgin, köylülere bayramın farklı kültürlerde nasıl kutlandığını anlatmış. Gezginin anlattıkları, çocukların hayal gücünü canlandırmış; hepsi, kendi kültürlerinin yanı sıra diğer milletlerin geleneklerine de saygı duymayı öğrenmişler.
Günün sonunda, Bilge Dede çocuklara şöyle demiş: “Bayram, mutluluğu ve sevgiyi paylaşmaktır. Gönlünüzde sevgi, yüzünüzde gülücük saklı kalsın.” İşte böylece, bayram sevinciyle dolu köyde, herkes birbirine yardım ederek ve sevgiyle kucaklaşarak mutlu sonla noktalamış.